Rehberlik Servisi
  Yaratıcı Düşünce
 

Yaratıcı Düşünce


           
Dünyayı duyu, us ve düşünceyle oluşan bilincimizin duygu ya da düşünce yönünden birinin ağırlık taşıdığı bakış açısını da tercih edebiliriz. Oysa seçimimizi belirleyen, tüm duyum, sezgi ve usumuzla biziz.

Evren karşısında tavır alırken; yaşam deneyi içindeki edinimlerimizle "biz", "nasıl bakacağımıza - nasıl davranacağımıza" hazırlanırız.

Yüzyıllardır bir varlık olarak, akıl ve duyu yanımızı sorguladık. Kimi zaman birini diğerine tercih ettik, ayrı yerlere koyduk, kimi zaman sanat ve bilimi ayrı tututuk. Bugün yaratıcı sürecin bilimde sanattaki ortak rolü üzerinde durulmaktadır. Ortak potada olan "buluş" her iki alanın da özünü oluşturmaktadır.

Duyu - düşünce ve usun yaratıcı düşündeki rolünü incelerken bazı görüşleri şöyle sıralayabiliriz:

Condillac, " bütün düşüncelerimizin "duyularımızdan" geldiğini" savunmaktadır. Ona göre, duyulu her yaratığın kendine göre"güzellik" ve "iyilik" üzerine düşüncesi olmaktadır. Güzellik ve iyilik kavramları ise zihinle ilgilidir."Bilgi"ye, duyu ve zihinle ulaşılmaktadır ve "duyular" , us olmadan bilgiyi oluşturamazlar.

Kant 'a göre, duyarlılık bize biçimi, "sezişle" vermektedir.İç duyarlılıkla zaman, dış duyarlılıkla mekan biçimlenmektedir. Kant, "duyulardan gelenle( salt us), düşünceden giden( uygulayıcı us ) arasındaki köprüyü; "yargı gücü" ( yargılayıcı us) dediği, ussal bir yetiyle kurmaktadır.Deney düşünceyi gerçekleştirdiği gibi, düşüncede de yeni bir deney gerçekleştirmektedir."Doğruyu, us kurmakta, iyiyi us buyurmakta, güzel'i us yargılamaktadır.Bilinmez kendilik 'in dışındaki bilinir olaylar dünyasını tek sözle us düzenlemektedir. Bu yargı idealist bir yargıdır."

Aristo 'ya göre, " en asil sanat, duygulara olduğu kadar da zihne seslenebilendir..." Güzel, doğanın eksik bıraktığı şeyleri, sanatçının tamamlamasıyla orantılı olarak güzeldir."

Rollo May ise, ... "us, duygulanımların varlığı halinde daha iyi çalışıyor; kişi duygulanımlarına bağlanmışken daha kesin ve net görebiliyor, düşüncesindedir.

May, us'un bireyi tam anlamıyla temsil edemeyeceğini belirtirken "bütünlük" kavramına dikkatimizi çekmektedir:

..." Anlayan ben,basit bir biçimde usum değil,"bütünlüğüm" içindeki kendim olsam gerek Dünyanın uyduğu imgeleri bezeyen bütünlüğüm içindeki kendim / ... İnsanlar sadece düşümezler,kendi duygularını biçimlendirdilçe isterler ve hissederler"

Gerçekte de istemek ve hissetmek; bilmek, farkında olmak, yaşamı anlamlı kılmayı bereberinde getirebilecektir. Bu bağlamda May bize "Yaratma Cesareti" nde şu soruları sormaktadır:

..."Ya imgelem ve sanat krema değil de, insan yaratısının pınarı iseler ? Ya mantık ve bilim, sanat biçimlerinden türüyor ise ve sanat, bilim ve mantığın ürettiği eserin süsü olmak biryana onları temelde koruyor ise ?''

Sanat, bilimin varoluşundan çok daha önce varolmuştur ve çok daha fazla insana hitabeder. İnsan zihninin kendini ifsde edişi, doğayı yorumlama yöntemidir.Sanat ve bilim, kültürün önemli bir yapıtaşı olmuştur. Sanatsız bir toplum, kendini ifsdeden yoksun olduğu için ilerleyemez.Tıpkı Rönesans'ta bilimin, sanat ve özellikle resim sanatındaki atılımlarla geliştiği gibi, Bilimsel çalışmaların her insan tarafından anlaşılması güç olduğu halde; resim ve müziğin ifade gücü, geniş halk yığınlarını etkileme açısından oldukça büyüktür. Bilimsel çalışmalarda, ışık hızında cisimlerin görüntü ve renklerinde nasıl değişim olacağı üzerine günümüzde geliştirilen teorilerle yapılan deneylerin, kübizm ve sürrealizmdeki resimlerde çok önceden ifadelerini bulduğu görülmektedir. Kübizmdeki şekilsel algılama, aslında ışık hızına yakın hızlarda gidildiğinde algılanacak görüntülere benzemektedir. Picasso'nun resimleri ve Giacometti'nin uzayan heykelleri gibi.

Işık hızına yaklaşıldığında, yakındaki cisimlerin tüm renkleri mavi ya da kırmızı tonlarda görülmekte , ışık hızında ise sadece dört renk kalmaktadır. Siyah - beyaz, kahverengi ve gri.

Bazı sanatçılar fizikteki bu gelişmelerden habersiz olarak bu atılımları yapmışlardır. Ancak; yeni fizik ve yeni uzayla birlikte değişen ilkeler birbirine öncü olabilmiş ve bu ilgiden evrendeki gerçeklik yansımıştır. Bu buluşlar sürmektedir ve sanat kendi malzemesiyle bu buluşlardan etkilenecektir.

Bununla birlikte; güçlü imgelem ve biçim duygularıyla özgün görünümleri olan sanatçılar, biz geri kalanların önüsıra, geleceğin keşfi için giden öncü kaşifleri olmaktadırlar.

Öncülerin; kendilerinden önceki ve günceldeki etki, ödev ve modelleri aşmış olduklarını düşündüğümüzde - aynı eğitim hedefleri ve benzer toplumsal anlayış içinde - nasıl olup da"farklı" davranabildiği, üzerinde durmamız gereken bir konudur.

Bu farklılık, kendi disiplini içinde donatıp, beslediği halde, "özgürleşmeyi" başarabilmesinde yatmaktadır.Eğitimin; Yaratıcılık ve Özgürlüğün, kültürlerine uymayan kişilerde bütünleştiği " ni kendisine bir çelişki gibi görmeden, farklılığın cesaretini kazanması gerekmektedir.

Kültürümüzde inancın yaşama etkisiyle; geleneksel, daha çok tasavvufa dayalı yaşama, düşünce ve düşünme eğilimi ağır basmaktadır. Batı etkileriyle gelen düşünceyi, katı kalıp ve kurallar içinde okullarda uygulamak yerine eleştirel düşünceyi yaşamımıza geçirmeliyiz." Yaşamımıza, kişiliğimize uyan, yakışan düşünceyi yaratma gücünü kendimizde bulamamışız: Aklını kullanacak bir cesaret, ancak " gülümseyen bir aklı" kullanmak kanısında olan Ahmet İNAM; gülümsemede, kavranılmış bir düşüncenin yaşamla olan bağlarına karşı kuşkucu, sevimli ama yaratıcı olmaya çalışan bir bakışın olduğu görüşündedir.Gülümseme, hayata ve düşünceye takınılmış farkedici bir tavırdır. Bu önemli bir saptamadır.

"Bizde, farklı olana tahammül edilmemiş, ya alaya alınıp küçümsenmiş, ya görmezden gelinmiş ya da yasaklanmış/... Düşünme, yanıtı öncedenbelli matematik sorularını, test sorularını, ders kitaplarını çözmeye benzemez. Yaratılan düşünce yaşayışımızın, kültürümüzün, dünyanın sorunlarıyla atbaşı gider, onların meydan okumasına duyarlıdır; değişir, devinir, gelişir"

Gülümsemenin içindeki birikime bakmayan ve ciddiyete önem veren yaklaşımlarımız toplumsal bakış açımızın bir özeti gibidir. Kalıplara, kurallara sıkıca tutunmamız ve bu tutumu ( tavrı) güvenilir bulmamız sanat ve sanatla uğraşanı ciddi bulmamız genel bir eğilimimizdir. Felsefi temelde yatan, yaşayan bu eğilimi, okul programlarındaki sanat derslerine karşı da gözleyebiliriz. Aynı ciddiyetsizlik ( - programlarda ideal bir düşüncede ve gerekliliği içinde ele alındıysa da- ) açıkça görülebilmektedir.

Sanata ilgi duyan çocuğumuza yaklaşımımızda da benzer bir tutum gözlenebilmektedir. Sanatla kurduğumuz bağ, bu ve benzeri yargılarla besleniyorsa, programların ele alınışında bilgi yığılması ölçülüyor ve çocuk geleceğini bu birikimden elde edemiyorsa, son seçenek olarak sanatla ilgilenmesi onaylanabilmektedir.

Bu durum bir genelleme de olsa; sanat derslerinin yeri ve işlevselliği önemsırası bakımından -eğitimcilerin kendi aralarında dahi- konumu ortadadır. Böyle bir felsefe içinde hem sanatsal hem de hangi alanda olursa olsun yaratıcı kimliğin gerekliliğini yaşamsal kılmak ve yerine oturtmak son derece güç olmaktadır.

Günümüz iletişim çağında bu çerçevenin biraz olsun aşılabileceğini düşünebiliriz.Ancak sanat eğitimini ortaya koyma çabamız; iyi planlanmış bir ele alış ve günümüzü irdeleyerek yapılacak yöntemsel çalışmalarla doğru bir zemine oturabilecektir. Nasıl bir sanat eğitimi ? sorusu geniş anlamda düşünmemizi gerektirmektedir.

Duygusal ve fiziksel yanıyla insan bilinci, insanın tarihsel birikiminin bir ürünüdür. Çevremiz ve çevremizle olan bağlantılarımızın bilinçliliğimize yansıma, çevremizi değiştirme faaliyetimizin belirlenmesinde son derece etkin bir unsur olmaktadır.

 

 

 
 
  Bugün 29 ziyaretçi (58 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol